Otobüs terminaline girdik, alışveriş merkezi gibi bir yerdeyiz. Gelişmiş şehrin farkı belli oluyor hemen. Çıktık. Hostele gitmek için tramvaya gideceğiz ama gidemiyoruz, eski şehrin orada yol çalışması mı ne varmış, tramvay oradan geçmiyor dediler. İyi ki dedim gelişmiş şehir diye. Eşyalarla kan ter içinde hostele gidiyoruz.

Hostelin ismi "Good Bye Lenin Hostel", ismi çok güzel olsa da şu ana kadar ki en saçma hostel deneyimi oldu malesef, Krakow'a içmeye gelen İngilizlerle (gerçi bir tanesi İrlandalı bir tanesi Alman'dı ama farkı anlamak zor) aynı odada kaldık, dolayısıyla adamları anca sabah ve gece görebildik. Neyse en azından gürültü yapmadılar.

Dışarı çıktık. Planım hazır günlerden cumartesiyken bir "Pub Crawl" yapmak. Pub Crawl turist rehberlerinin turistleri (İngilizleri) toplayıp bar bar dolaştırması, arada da turistlerin sohbet etmesi. Crawl emeklemek veya sürünmek demek, niye bu adı koymuşlar bilmiyorum. İki sene önce Budapeşte'de gittiğimde eğlenceli gelmişti, barların güzel konseptleri vardı tur hem ucuzdu da. Belki burada da eğlencelidir diye yazılalım dedim. (60 zloty/liraydı, pahalanmış.)

Tur rehberlerinden biri Ukraynalı'ydı. Kızın şehri işgal edilmiş, o da buraya gelmiş.

Gittiğimiz ilk barda beer pong oynadım (bardağın içine top atma oyunu). Daha önce oynamamıştım, sadece iki masa ötedeki arkadaşın bardağına topu basket atarak skillerimi konuşturmuştum. O da son isabetli atışım olmuş, Krakow'da bir tane bile sokamadım ya la. Partnerim olan İngiliz (gerçi Gallerliymiş ama farkı anlamak zor) ilk başlarda "it is okeeey" dese de oyundan sonra beni her gördüğünde "Senin oynayacağın oyunu ben." demeye başladı. Bu da böyle bir anımdır. Adamın oyununu trolleyip alt kata indim, Hak iki Amerikalıyla muhabbete girmişti. İzlanda'da kamptalarmış, İzlanda'ya gidip üç hafta ayılarla mahsur kaldıktan sonra Avrupa'ya dönmüşler. Kampı perişanlık olarak gördüğüm için beni pek açmadı. Bir saat sonra diğer bara geçtik.

Ne barı? Pub Crawl bir anda "Düğün salonu crawl"a döndü. Tıka basa clublara girip duruyoruz. Muhabbet bitti. Ama iyi dans ettim. Yalnız beraber dans ettiğim insanların beni İtalyan Türk olduğumu öğrenince dansı bırakması gibi abuk olaylara şahit oldum. İtalyanım demek lazım anlaşılan. Si.

Aklıma "Inglourious Basterds" isimli efsane filmden şu sahne geldi:


Özetle Krakow'da Pub crawla gitmeyin.

*

16 Temmuz 2017 Pazar

Bugün plan sabah yürüyüş turuna katılıp, akşama doğru değişiklik olsun diye bir daha yürüyüş turuna katılmak. İki sene önce Krakow'a gittiğimde (ve ne yaptıklarımı bloga yazmaya üşendiğimde) yürüyüş turuna da gitmiştim, bir çok şeyi hatırlıyorum ama yine de hafızamı tazeleyeyim diye yine katıldım.

İki sene önceki turda İngilizcesi benim seviyemde olan bir tur rehberi anlatmıştı şehri, adama sempati duymuştuk aaa yerel rehber bileğinin hakkıyla kazanıyor falan diye. Artık İngilizce'de "level atladığım" için şimdi sempati duymazdım, görünen o ki Polonya da level atlamış, bu sefer İngilizcesi süper olan bir tarih öğrencisi geldi, adam işini gerçekten hakkıyla yapıyor. İtiraf ettim zaten "İngilizce'n çok iyiymiş." dedim, "Sağol ya, arada belli ettiğim oluyor." dedi. Yardımım dokunsun diye tripadvisordan hakkında yorum da girdim.

Krakow yürüyüş turu için en iyi şehir. (Sıralama yaparsam 1- Krakow, 2- Belgrad, 3- Budapeşte. Belki 4. de Prag olur.) Şehirde hem ortaçağ tarihi var, hem de üzerine bol bol efsanelerin anlatıldığı enteresan mimari yapılar, yakın tarihte de görmüş geçirmiş, kalesi var, ilginç heykelleri var, her şey var.

Krakow Polonya'nın ilk başkenti. Litvanya ve Polonya birleştikten sonra 1596'da kolaylık olsun diye başkent Varşova'ya taşınana kadar eşbaşkent olarak kalmış (öteki başkent Vilnius). Diğer Ortaçağ Polonya şehirleri gibi (aslında diğer tüm Avrupa şehirleri gibi) nehir kenarına kurulmuş. Şehri önemli ve zengin kılan detay tuz madenlerine sahip olması. O zamanlar yarım kilo altın bir kilo tuza denkmiş (öeeeeeh)

Krakow'un önemli bir özelliği diğer Polonya şehirleri gibi Almanlar tarafından yakıp yıkılmaması. "Krakow Alman şehridir, niye yıkalım ki?" demişler. Asıl hasarı Ruslar vermiş Almanlara saldıracağım diye. Ama Almanlar tünelden kaçıp şehri terk edince onların da aşırı bir zararı olmamış.



Burası Slowacki Tiyatrosu, 1893'de kurulmuş ve işgal altındaki Polonya'nın dil ve kültürünü kaybetmemesi konusunda önem sahibiymiş. Böyle bir işlevi olan bir yerin kurulmasına nasıl izin verdiler merak ettim, araştırdım, meğer Avusturya özerk bölge ilan etmiş Krakow ve çevresini o ara (Galiçya'yı) Krakow serbest kalınca sanat falan gırla, Leh Atina'sı ve Leh Mekkesi (?) diyorlarmış Krakow için.

Krakow Eski Şehir Meydanı. Evet diğerleri gibi burası da pazar meydanıymış. (Pek güzel çekememişim malesef, gören intihar eder) Ortadaki saat kulesi.



Saat kulenin arkasında bir tane daha eski şehir meydanı var, aslında tek meydan var ama ortadaki binamsı ikisini ayırıyor. Meğerse dünyanın en eski alışveriş merkeziymiş bu. Kuyumcular falan var içeride. Zara var :) Pek ilgi çekici değil.

Diğer tarafta St. Mary Bazilikası diye ünlü bir bazilika var, bu bazilikanın fotoğrafını çekmediğimiz için kendimi ve arkadaşımı ayrı ayrı tebrik ederim. Neyse zaten kadraja sığmıyordu. Şöyle bir şey: (normalde bu kadar güzel gözükmüyor ve hiç bu kadar tenha görmedim burayı)



Kaynak yazacaktım ama fotoğrafı aldığım site açılmıyor resmi koyup kapatıp gitmişler.

Bazilika'nın bir kulesi diğerinden uzun. Efsaneye göre iki mimar kardeş yarışıyormuş kuleyi uzatak. Biri diğerini kıskançlıktan öldürmüş sonra kendi de intihar etmiş. Biraz Habil ile Kabil hikayesine benziyor. Gerçek şu ki kilisenin yarısı sonradan ekleme.

Bazilika'nın üstünden bir trompet sesi duyuluyormuş (biz duymadık), çalan melodi aniden kesiliyormuş. Bunun nedeni Moğollar buraya geldiğinde tepedeki trompetçi var gücüyle çalmış halkı uyarmak için ama Moğol okçusu almış façasını aşağı.. Bu hikayeyi yıllar önce kendisine "Neden bu melodi aniden kesiliyor?" diye sorulmasından bıkan bir rehber uydurmuş, fakat turistlerden birinin yazar olduğundan habersizmiş. Dolayısıyla durup dururken böyle bir efsanenin yayılmasına sebep olmuş. Hikayenin aslını çok hatırlamıyorum, pek ilginç değildi, kapıların kapanmasına mı ne işaret ediyormuş, memlekette yıkılmadık kapı kalmayınca melodiyi de kısaltmışlar. (Bu Krakow da ne efsane yaptı.)

Tavus kuşunu beğendim:



Keçi (jazz festivali için dikilmiş)



Bıçak:



Eeee? Hırsızlık yaparsanız kulaklarınızı ve burnunuzu keseriz hırsızlık yaptığınız anlaşılır ona göre diye asmışlar :P

Burası Jagiellonian Üniversitesi (Jagiellonianlar Polonya-Litvanya birleşince Polonya'ya hükmeden Litvanyalı aile)



Buraya tur eşliğinde ikinci girişim, yine dışını çekmeyi unuttum. Herhalde bina yine kiremit rengi olduğundan sıradan gelmiş, önemli bir yere girdiğimi fark etmemişim.

1364'e kurulmuş, Polonya'nın en eski üniversitesi. Kopernik buradan mezun. Buraya erasmusa gelmezdim ben.

Tek turist biz değiliz:



Wavel kalesine doğru gidiyoruz. Azıcık tepede ama çıkmaya değiyor. Harika binalar var.



Geniş bir yeşil alan, kenarlarda zambaklar. Fotoğraf cenneti ama ben yine becerememişim:



Bunu kim yapmışsa Gotik, Rönesans, Barok ne varsa karıştırmış:



Krakow'un sembollerinden biri ejderha. Kalenin yakında büyük bir mağara varmış. İçinde ağzından ateş saçan bir ejderha yaşarmış. Kral "Bu ejderhadan beni kim kurtarırsa kızımı ona vereceğim." demiş. Sonra yeşil bir dev gelmiş ve.. Yok o başka hikayeydi. Elemanın biri kuzunun içine sülfür doldurup ejderhaya vermiş. Ejderha onu yemiş. Sonra çok fena susamış. Nehirden su içmiş, çok ince karnı patlamış ve ölmüş. Arkadaş nereden buluyorsunuz böyle hikayeleri.



Ejderhanın pek estetik bir görünümü yok. Ara sıra ağzından ateş çıkartıyor o olay. Ankara'nın yeni belediye başkanı ben olursam osuran adam heykeli yapıp trolleyeceğim.

Tur bitti. Hostele gidip dinlendik. Ardından Yahudi turuna katıldık ama onu sonra anlatırım.