9 Temmuz 2017 Pazar

Saat 12'de kalktık, "La neden bu kadar çok uyudun!?" diye birbirimize kızdık. Bugün amacımız bisikletle şehir gezmesi yapmaktı güya ama anca iki buçukta hostelden bisikleti kiralayabildik.

Hava çok güzel. Eski şehir yine kalabalık, zar zor ilerliyoruz. Giderken bir tür kermes / festivale rastladık, girelim dedik. Yerel gıda ürünleri, kızarmış peynir, patates yemekleri, ballar, likörler vs.









Bal satan ablayla epey bir muhabbet ettik. "Burası Kashubia yöresi. Şivemiz farklı. Bunlar da yöresel ürünler." dedi. "İngilizce'niz çok iyi." dedik (yaşına göre çok iyi biliyordu) "İngilizce öğretmeniyim, eşim arıcı, hobi olarak ben de pazarcılık yapıyorum." dedi. Çeşitli ballardan bahsetti, siyah bal en baharatlısıydı, galiba kekikten yapılıyordu ve arı değil de başka bir böcek yapımında çalışıyordu ayrıntıları hatırlamıyorum.

Bal alma şansmız yoktu, "Keşke ekmekle örnek satsaydınız, denerdik." dedik. "Bir dakika sepette ekmeğim olacaktı." diyip ekmek çıkardı. Ekmeğin üzeri tereyağlıydı, tereyağ tadından balın tadını alamadım. Galiba öğle yemeğini paylaştı kadın bizimle. Çok teşekkür ettik.

Tekrar bisiklete atladık. Sürdük sürdük ama kumsala değil tersanelere geldik. Bisikletli bir kızı çevirip yol sordum, kumsala dümdüz giden bir bisiklet yolu varmış, oraya gidin dedi, gittik.

Yol dümdüz, arada kırmızı ışıkta duruyoruz ama onun dışında yağ gibi kayıyoruz yolun üzerinde. Arada banklarda mola verip soğuk bir şeyler içiyoruz. Arkadaş Lviv'den aldığı yeşil cin adını verdiğim bluetooth hoparlörü açıyor, iki bisiklet yanyana dinliyoruz. Güneş yüzümüze vuruyor ama yakmıyor.

Bisiklet yolunu takip ede de kumsala geldik.



Kumsalın arkasında ağaçların gölgesinde bir bisiklet yolu daha var. Bu yol diğer kumsallara ve Gdansk'a bisikletle 15 km uzaklıktaki Sopot şehrine gidiyor ki bu şehrine ulaşım banliyö treniyle. Dedik gidelim hadi.



Bisikletle trafiğe çıkmaya korkan ben hayatımda ilk defa bisikletle başka bir şehre gidip geri dönmüş oldum böylece.




Sopot aileyle gezmeye gidip simit yemelik bir şehir izlenimi verdi bana. Zaten bol bol yaşlı insan mevcut.







Büyük Sopot Oteli:



Güzellik yarışması vardı o gün, biraz onu izledik. Tabii ne konuştukları hakkında bir fikrimiz yok. Kısa bir söyleşiden sonra podyumda yürüyorlar.



Kızlardan biri çıkarken arkamda oturan teyzelerden biri parmakla kendisini işaret etti. "Aha işte o benim kızım, alayım mı sana?" mı dedi yoksa "Çekil oradan gerizekalı podyumu göremiyorum." mu demek istedi anlamadım.



Kim birinci oldu bilmiyoruz ama en şirini şuydu: :P



Akşam altı buçuk oldu, karanlığa ve soğuğa kalmayalım diye denize girmeden bisiklete atlayıp geri döndük. Bir 15 km de geri gidince bir dahaki birkaç gün boyunca kalçalarım ağrıdı.

Dönüş yolu da bir o kadar eğlenceliydi, kiremit rengi binaların üzerinde güneş batıyor. (güzel bir fotoğraf çekemedim malesef)



Döndüğümüzde festivalin yerinde yeller esiyordu ama başka bir yerde hediyelikçiler kapanışı yapıyordu. Arkadaş üzerine rünik yazılar olan porselen bir süsleme aldı. Satıcı teyze az buz İngilizce konuşuyordu da kızı hiç anlamayıp devamlı gülümsüyordu :d



Hostele döndük.

*

Ertesi gün yapılabilecek iki şey vardı: ya yürüme turuna katılmak ya da tekrar sahile gidip yüzmek. Güneş bulutların arasına bir girip bir yeniden beliriyordu, sahil gidip girmemeye karar veremedim. En sonunda "Geldik bu kadar, gidip baltık denizinde yüzelim." dedim, gittik. Malesef pazartesi günü depresifliği de beraberinde getirdi, hava denize girmek için serin ve keyifsizdi. Küçük bir kızla önce voleybol sonra frizbi oynadık, başka katılan olmadı, o da keyifsiz oldu. Hak biraz denize girdi, güneş gözlüğünü düşürdü bir daha bulamadı. Güle güle Baltık denizi diyip tren istasyonuna doğru harekete geçtik. Sıradaki hedef Poznan idi.