Tarih: 8 Mayıs 2016 Pazar

3. gün erkenden kalkıp Ho Chi Minh'in mozolesini ziyaret edelim dedik. Ho Chi Minh Vietnam'ın Atatürk'üdür. Mozolesi de Anıtkabir'e benzemekte.

Sabah saat 8, trafik yine muazzam:



Mozoleye yürüdükçe Eski Şehir'den Yeni Şehir'e doğru geçiş yapıyoruz. Araba sayısı artıyor, caddeler genişliyor, etrafta tek tük trafik lambaları mevcut:



(Arkadakiler de evlilik fotoğrafı çekiniyor, ne alakaysa.)

Burada bir çok sürgülü bina ve etrafında silahlı askerler var. Anlaşılan devlet binaları bunlar.



Bunu çektikten sonra önündeki levhada "Fotoğraf yasak." levhasını gördüm. Gerçi bunu anlamak oldukça zordu çünkü koydukları resim kameraya pek benzemiyordu. "Cam" yazısından anlayabildim anca. Şöyle bir şeydi (bunun İngilizce yazısı olmayanı):


Biraz ilerledikten sonra arkama baktım. Askerlere de bize bakıyordu. Ama sallamadılar sanırım.

Bir de Army hotel diye bir otel gördüm, içeride kim kalıyordu bilmiyorum ama oteli askerler koruyordu.

Mozole burada ama askerler geçirmiyor, yanından dolaşmamız lazım:



Fakat girişe gittikçe bu bana imkansız gözükmeye başladı. O kadar büyük bir kalabalık vardı ki.. Bir sürü okul çocuğu, Vietnam bayrağı tişörtlü vatandaş, turist, kendi halinde aileler, her türlü grup vardı.





Sıraya girsek iki saatte bize gelme ihtimali yok gözüküyordu. Fakat sırada olmayan, ekstra bir sıra yapıp araya kaynamaya çalışıyor gibi görünen bir turist grubu gördüm. En arkada yaşlı bir amca vardı. "Siz niye ayrı bir sıradasınız?" diye sordum VIP filan mı acabalar diye düşünerek. "Valla bilmiyorum evladım ben de tur rehberimizi izliyorum." dedi. Anlaşılan adamların tur grubuna kaynamıştım. "Peki nedir bu kalabalığın hikmeti, özel bir bayram mı bugün?" diye sordum. "Valla bugün anneler günü. Bir de bugün pazar." (Sonradan araştırdım ki Ho Chi Minh anıtı hep böyle kalabalık ve ziyaret saatleri kısa. ) Sonra bana sen neredensin diye sordu. O da Avustralyalıymış, geçen yıl Türkiyeyi ziyaret etmiş. Gittiği yerler de en klasik yerler; İstanbul ve Kapadokya.

Bizim çakma grup sadece dışında gezmeye izin veriyormuş. Mozolenin dışını çekebildik. Değişik şekillerde fotoğraf çeken bir sürü öğrenci grubu vardı. Ben de iki kişiye yaklaşıp "Aga selfii pliz" dedim, iki saniye içinde 7 kişi olduk, gerçekten çok tatlılardı, yalnız selfi çekmeyi hiç beceremiyorum yav.









Hostele saat onda başlayacak yürüme turu için aceleyle yürümeye başladık.

Yolda yürürken enteresan bir şey oldu. Adamın teki beni durdurdu, ayakkabıma baktı, "ufff napmışın ayakkabıyı" tarzında bir tavır takındı, yapıştırı çıkartıp yapıştırmaya başladı. Ben dedim herhalde yapıştırı satıyor onun reklamını yapıyor. Ama adam ayakkabımı çıkardıktan sonra basmam için terlik de çıkardı. İşi bitince de "Mani? 20 000 dong? (1 dolar)" dedi. "Mani? Yok mani. Biz öğrenciyiz." dedim. "Moniiiiiii" dedi. Yok biz de para, kocaman adamsın gidip iş bulsana dedim, anlamadı. Arkama bakmadan yürüdüm. Bir şey olmadı neyse ki. Sonradan öğrendim ki bu yaygın bir turist dolandırma metoduymuş. 10$ isteyen, hatta 100$ isteyen bile olabiliyormuş, bizimki insaflı davranmış :) Yalnız sıktığı şey uhu değil dikişlerin çözülmesini sağlayan bir çözücüymüş.. naptın lan ayakkabıma.


Hostele döndük ve "Free walking tour"umuza katıldık. Avrupa'da sıkça bulunan bu tip yürüme turları genç, güzel/yakışıklı ve İngilizcesi iyi bir tur rehberinin sizi peşine takıp tarihi yerleri gezdirip anlatmasını kapsar, tabii en sonunda da bu tur beleşti ama eşşek değilsiniz ya bir bahşiş atarsınız lafıyla biter. Ama oldukça yararlı olduğundan bahşişi hakederler. Turist otobüslerinden kat kat iyidir, üstelik yolda yürürken arkadaş edinirsiniz.

Yürüme turlarını genelde şirketler yapar ama bu sefer Hostelin kendisi düzenliyordu. Tur rehberi de hosteldeki resepsiyonistti?

Kız bir şeyler anlatıyordu motosiklet gürültülerinden ve korna seslerinden ne dediğini anlamak zordu. Vietnam sandviçi olan bahn mi'den bahsetti ve bahn mi yemek için bizi bir yere getirdi. Ama görüntü pek iç açıcı değildi:



Sonra bir kilisenin önünde durduk. Eskiden burada bilmem kaç yüzyıllık Budist tapınağı varmış ama Fransızlar yıkıp kiliseye çevirmiş. İçeride Hristiyan Vietler vardı.



Resepsiyonist en önde gidiyordu, ona eşlik eden İngiliz bir abi vardı. Bir yandan da gruptan arkasından yürüyen ve gruptakilerle sohbet etmek için uğraşan bir kız vardı. Aklıma takılan soruları boyuna ona soruyordum. Benim paso soru sormaya çalıştığımı farkedince "Ya sen çok iyisin ya, sürekli öğrenmeye çalışıyorsun, diğerleri ben konuştukça hıhı diyor bir yandan da içki muhabbeti yapıyor." dedi, şaşırdım. Ki kız haklıydı, o gün ve yolculuğun kalan kısmında anlamıştım ki Amerikalıların buraya gelmelerindeki en büyük neden ucuz içkiydi :P Dalgasına "Hanoi Kuleleri"ni ("Towers of Hanoi") duydun mu diye sordum ama biliyormuş. Kıza sorduğum diğer soruları salaklık edip not almadığım için malesef şu an hatırlamıyorum ama konu içkiden açıldı şunu söyleyeyim; iki sokak ötedeki komşusu Tayland'a göre Vietnam biraz da tutucu bir yer imiş. Tabii Amerikan uşağı olmayıp tersine Amerika'ya karşı savaştığı için geleneklerine daha da bağlanmış olabilirler. Tayland'daki gibi fahişelik yaygın değil. Ayrıca dinlerince bir sakıncası olmasa da kültürel olarak içki içen kadını "kötü kadın" olarak görüyorlarmış. Kim kim, yani bu kız, bir yılını Güney Kore'de exchange öğrencisi olarak geçirmiş ve bütün içki davetlerini geri çevirmiş. Türk olduğumu öğrenince de ilgisini çekti, Güney Kore'de oldukça fazla Türk varmış ve "Türk partileri" yapıyorlarmış.

Bir yere yumurta kahvesini denemek için girdik. Harikaydı. Kahve ve yumurta sarısından yapılıyor. Bir ara ben de deneyeceğim yapmayı:


Kim Kim'e kahveyi ben ısmarladım. Çok şaşırdı ve sevindi. Altı üstü bir kahve yahu.

En sonunda kapalı çarşıya girdik.



Tur rehberimiz "Burada alışveriş yapabilirsiniz ama mutlaka pazarlık yapın." dedi. Ben de Kim Kim'e "Yav ben bi bambu şapka alacaktım ama fazla fiyat söylüyorlardı, sen yardım eder misin?" dedim. "Tabii!!" dedi. Sonra pazarlık yapmaya çalıştığı kadından bir güzel fırça yedi ahahaha. Öbür tur rehberi kız geldi, o da pazarlık yapamadı fiks fiyattan aldık. Zaten kadın kazık atmaya çalışmamıştı niye pazarlık yapmaya çalıştıysak.

Bambu şapkayı 20 gün yanımda taşımam gerekti, Türkiye dahil, bazen dalga konusu oldum. Ama buna değdi :)

Şu kask dükkanı da muazzam:



Hostele döndük. Bu arada insanların günahını almışım, yürüme turunu bahşiş için değil İngilizcelerini geliştirmek ve arkadaş edinmek için yapıyorlarmış. Zaten henüz o kadar kapitalist değiller :P Kim Kimle facebooktan ekleştik, sıklıkla yabancı arkadaşlarıyla fotoğraf çekinip paylaşıyor. Kız bu işi zevk için yapıyor.

Hostelde biraz oturduk. Masamıza Amerikalı bir abla geldi. 4-5 ay Tayland'da İngilizce öğretmenliği yapmış, şimdi kendi başına geziyormuş. Burada da İngilizce öğretmenliği yapıp yapamayacağını sordu. Kim Kim olabilir dedi, ben de "Ben yapabilir miyim?" diye sordum şakasına o da "Tabii!" dedi. Düşündüm de, Hanoi de yaşamak gerçek bir "challenge" olurdu ve buna ben cesaret edemezdim :P

Kim Kim evine gitti. Kendisinden bana bir motosiklet turu yapmasını istedim ama malesef gelemedi, hem üniversite hem de hostel işlerini bir arada götürüyormuş, çok yorulmuş. Biz de Amerikalı abla, onun bir arkadaşı ve hostele yeni ayak basan Alman bir abiyle yemek yemeğe gidelim dedik. Alman abiyle de azbuz muhabbet ettim. 2 yıl freelancerlık (işe girmeden bilgisayar başında kod yazarak ufak işlerle para kazanma) yaparak gezen adamdan bahsetti, ağzımın suyu aktı.

Hamsili noodle yedik. Eh işte. Sonra onlar şehre yeni geldiği için bizim daha önce gittiğimiz bir yere gitti, biz ayrıldık. Diğer ismi "Tower of Hanoi" olduğu için özentilik yapıp Hoa Lo Hapishanesi diye bir yere gittim. Fransızların Vietnam'ın özgürlük savaşçılarını tıktığı bir yer. İçeride sırıtarak giyotinin fotoğrafını çeken sinir bozucu bir Asyalı turistten başka pek bir şey yoktu.



Hanoi'den ayrılık vakti gelmişti. Sıradaki şehir Ho Chi Minh kenti, yani güneyin eski başkenti. Taksiye atlayıp havaalanına doğru yollandık. Dışarısı kornalardan dolayı bip bip ama içerisi de bip bip. Taksici emniyet kemerini takmamış, biplemeden kurtulamıyoruz. 15 dakika sonra içeriden de bip sesi geldiğini farketti de taktı sonunda.

Taksi öndeki motosiklet sürüsünü dağıttıkça zevke geldim.

Havaalanına geldik. Vietjet 7 kilo bagaj sınır koymuştu ve ikimiz de bu sınırı aşmıştık. Ben üzerime birkaç giysi fazladan geçirdik. H.C. ise el mahkum checkine gitti. 11 kilo çıktı. Kadın kıza çantanın içinden birkaç ağır şey çıkarıp başka yere yerleştirmesini söyledi ve mesele çözüldü. Sonradan dikkat ettim, elinde pazar poşetini kabin bagajı diye geçiren Vietler vardı, ben niye paranoya yapıyorsam. Biraz daha dikkat etseydim turşu bidonlarını bile görebilirdim belki.

Kapılara geldik. Malesef pek sevgili Vietnamlılar strateji oyunlarındaki devler gibi adam başı 2 kare, pardon 2 sandalye kaplıyordu. Oturduk betona uçağı bekledik. 1 saat rötar yaptı uçak. İndiğimizde taksicimiz adımın yazdığı levhayla bizi karşıladı.