Tarih: 15.01.2016

Bugün çok dandik bir gündü, okumaya değmez. Özet aşağıda.

Yine de Singapur'a exchange'e gidecek olan varsa yararlı olur diye yazayım dedim. Üç kısım var ilk kısım sabah olduğum Çince sınavı, ikinci kısım ders seçimindeki saçmalık, üçüncü kısım ise gece oynadığımız Mahjong oyunu. Kısaca yazdım hepsini. (Yazıya başlarken niyetim kısa olmasıydı ama olmadı.)

*

Burada Çince derslerine misafir olarak girmeyi planlıyordum fakat buna izin vermediler. Ben de madem o kadar geliştirdim bari Çince alayım, özellikle Singapur'a gelmenin bir işlevi olsun diye düşündüm. Buradaki Çin asıllı Singapurlular Mandarin lehçesi konuşuyor, ağızları ise Pekin ağzına yakın. Üstelik Çin'den gelen bir sürü Çinli öğrenci var.

Durakta ismi Takao'ya yakın bir şey olan Japon exchange öğrencisi arkadaşımı gördüm, o da Çince alıyormuş, şimdi de derse gidiyor. Biraz Türkiye'den ve Japonya'dan konuştuk. Türkçe'yle Japonca'nın aynı gramatik yapıya sahip olduğundan dolayısıyla benzer olduğundan bahsetti.

(Çince ve benim öğrendiğim Çince konusunda kısa bir bilgi vermek gerekirse: Çince'de alfabe yoktur, her kelime bir karakter tarafından simgelenir, bu karakterlere Hanzı, kelimeler/karakterler birleşip farklı kelimeleri doğurabilir. Örneğin elektrik (dian diye okunur) karakteriyle beyin (nao) karakterini birleştirirseniz iki karakter/kelimeden oluşan bilgisayar kelimesini (diannao) elde edersiniz. Çince öğrenirken alfabeyle başlamazsınız yani. 1000 karakteri ezberlerseniz Çince'nin %70'ine hakim olursunuz diyorlar. 3000 karakter ise %90'ı demek. Günümüzde kullandığımız Türkçe Osmanlıca arasındaki ilişkiyi düşünün o hesap. Çince karakterlerin okunuşu kolay olsun diye Pinyin ismi verilen latin alfabesi çakması alfabeyle verilir. Yalnız Çince'de aynı kelime/hecenin birden fazla okunuşu vardır, hepsi farklı anlamlara gelir. 4 ton + 1 tonsuz denilen gizli ton mevcuttur. Türkçe'deki "Ha" kelimesini farklı şekillerde okuyun. Ha. (öyle miymiş?) Haaaaa (şimdi çaktım köfteyi), haağağağağaa (nazlı gelin), Hah (aspam, çok da fifi). Daha da arttırılabilir bunlar. İşte bu tonlamaları Çinliler her kelime için yapıyor. Sana soru sorucam derken seni öpeceğim diyebiliyorsunuz yanlışlıkla (bu gerçek).)

Biz ise okulda Pinyin odaklı öğrendik. Daha doğrusu hocalar her şeye odaklanmaya çalıştılar da, öğrenciler pek sallamadı. E zor tabii Hanzı öğrenip kafadan yazmak. Düşünseniz sizden yazmanız istenen kelime: manzara. Ne kadar mantıklı bir bağlantı kursanız da en sonunda "güneş mi çizmeliydim dağ mı? çubukları nereye yerleştirecektim? çubuklar çentikli miydi eğri mi? güneşli günde evin bacası tütüyor muydu?" raddesine geliyorsunuz. Uzakdoğulular ise tam tersi Latin alfabesinde zorlanıyor. Dolayısıyla Bilkentte hocalar fazla bir hanzı öğretmiyor, öğretemiyor öğrencilere. Öğretmeye kalksalar sınıflar sinek avlar.)

Girdim sınava. Sınav paragraftaki cümleleri kopyalama üzerine başlayıp, basit cümlelerle devam ediyor, sonra gramer sert bir hal alıyor, bayağı sert. En son 4. bölümde kelimeleri sıralayıp cümle kurma kısmında kalem bile oynatamıyorum. En arkada kompozisyon kısmı var, ona Ali ata bak, Ayşe topu tut kıvamında yarı Hanzı yarı Hanzo cümleler yazıp sınavın bitimini 15 dakika geçe "Bitti hocam." diyorum. Hocalar da maşallah, sınavı oracıkta kontrol edip damgayı yapıştırıyor. Sınavın üzerinde "Şunun için şu kadar puan vs. hepsi hikaye)

Hoca bakıyor, birkaç tane Hanzıda hata buluyor düzeltiyor (Buğday karakterine üç bacak yerine iki bacak çizmişim mesela onu düzeltiyor). Sayfayı çeviriyor açık uçlu sorular var ama ben sınav yetişmez diye bir tane bile Hanzı yazmamışım. "Hanzı yazamıyor musun sen?" diye soruyor. "Vakit kalmadı diye yazamadım." diyorum. Cümleleri bana oracıkta okutturup speakingi de test ediyor. Tonları tam tutturamadığım oluyor. Bana "Sen 2-3 arasındasın. Hanzın iyi değil. Burada "Tümleşik sistem"le öğretiyoruz, okuma, yazma, dinleme, konuşma hepsi eşit derecede önemli." tarzı laflar ediyor. Ben de "Ya ben her dönem 1 ders aldım ona da fazla çalışmadım, bu kadarcık Hanzı aklımda kaldı." diye itiraf ediyorum. Ardından öbür hocayla hararetli bir şeyler konuşuyor, "çok yoğun çalışmamış" anlamına gelen bir cümle yakalıyorum. Sonuç: hoca beni ikinci kura atıyor.

Sınıftan çıktım. Çince kitabı almaya gideceğim. Kendi kendime "Ya iyi oldu, konuların birazını bilirim, çok zorlanmam, sınıfta konuşma egzersizleri yaparız hem eğlenceli olur." Fakat kitap çok pahalı ve kitabın ismi "New Chinese Reader 1". 1 lan bir. Yi. Hanzı'da sadece tek bir yatay çubuktan ibaret -. Birin kitabını napayım ben. İçine baktım zaten cümle kalıplarının bir çoğunu biliyorum, muhtemelen kelimelerin de. E napayım dönemi hanzı çalışmakla m geçireyim? Hocam 3'e alın beni desem alırlar fakat bu sefer daha beter Hanzı çalışmam gerekecek. En iyisi mi hiç uğraşmayayım ben diyip vazgeçtim almaktan.

*

Not: Bunları dünyanın en pahalı şehri denilen yerde Asya'nın en iyi okulu denilen okulda okuyup "çok dertliyim a dostlar" diye efkarlanıp derdimi anlatmak için yazmıyorum. Derdiğimi şaapıyım afedersiniz. Sadece buraya exchange gelecek insanlar varsa bilsinler diye yazıyorum.

Singapur'da exchange yapmanın en büyük avantajı resmi dil İngilizce olduğu için tüm derslerin İngilizce olması ve dolayısıyla istediğiniz dersi alabilmeniz. Bizde 4.sınıf seçmeli dersi olan ders, burada 2.sınıf dersi, o dersi 2. sınıflarla beraber alıp kıytırık birkaç Java ödevi yapıp rahat rahat geçeceğim dersi. Avrupa'da Erasmus yapıp lisans seviyesinde İngilizce ders açılmadığı için mecburen master dersi alan arkadaşlarım var, hatta daha kötüsü hiç İngilizce ders olmadığı için mecburen yabancı dilde alan ve sonra saydıramayan kişileri de duydum.

Fakat her şey toz pembe değil ne yazık ki. Ben 2. sınıftayken burada Çince dersi alıp derse girdikten sonra dersin hocasının Çinli olmasına rağmen dersin Türkçe olduğunu görüp koca bir "WTF!" çeken, sonra alacak başka ders bulamayıp el mahkum tüm Çince derslerinde telefonlarıyla oynayan Koreli arkadaşlarımı şimdi daha iyi anlıyorum. Exchange öğrencisi için ders seçimi zor.

Bizim okulda ders seçimi yaparken önce yükleme yapılır, insanlar müfredattaki dersleri almayı garantiler, ondan sonra ders seçimi gerçekten başlar, burada her şey gerçektir, dersi boş bulan kapar, herkes alın teriyle mücadele eder, gerçi son zamanlarda bir takım mobil uygulamalar işin suyunu çıkarmıştır ama olsun.

Burada önyükleme yaptım. Sadece 3 dersimi yüklediler. Yüklemedikleri derslerin birçoğunda "derste yer yok." yazıyor, oğlum önyükleme yapıyorum nasıl yer olmaz? İyi napalım oraya gidince hallederiz dedim. İşin komiği aldığım 3 dersin 2'sini atmaya karar verdim, fakat 3 dersin altına düşmek yasak olduğu için ders de atılmıyor.

Ders seçimi burada alan kapıyor şeklinde değil, herkes almak istediği dersleri seçip "Gönder" butonuna basıyor, sistem değerlendirmeye alıyor. Benim internetten dersleri seçmemle önyükleme yapmam arasında 5-6 round oldu yerli öğrencilerin ders seçimi için.

Nihayet sıra bana geldi. Almak istediğim dersleri ders seçimi sayfasında seçtim. "Beklemede" yazısı çıktı.
2. gün beklemede.
3. gün beklemede, bu arada ben de resmi olarak almadığım derslere girip çıkıyor akabinde arkadaşlara bakın şu dersi alıyorum diye hava atıyorum.
4. gün beklemede, sahi bizim bi ders seçimi mevzusu vardı, ne oldu ona?
5. gün yani bu gün, aldığım hiçbir derse girmeyip al(a)madığım her derse girdikten sonra en sonunda şu sekreteri bi göreyim dedim.

Yaşadığım tecrübeyi daha iyi anlatabilmek için çocukluğumda ASTv'de sayısız kez izlediğim özel bir filmin şu nadide videosunu size sunayım önce:


Olm sistem mistem yokmuş lan, sekreterlikteki hatun isteklere bakıp excel tablosu doldurarak ekliyor dersleri. "Lan bunları nasıl yetiştiricem." diye bana çemkiriyor bir de.

İnternetten yüklediğim derslere baktı, bunun önşartını sağlıyor musun dedi, evet dedim, yükledi ama "Transkriptine de bakarız icabında." falan dedi. He yalan söylicem ben. "Game development" dersine baktı. "Bunu sağlıyor musun?" dedi, hayır ama hoca almama izin verdi dedim. Hocan beni de bilgilendirsin nereden bilecem ben dedi. En son bugün girdiğim ve çok da keyif aldığım, ileride de üzerinde çalışmak istediğim alan olan "Information Retrieval" (Bilgi arama tarama bulma) dersine baktı. "The mocuol hes no vekınsiiiii." dedi, boş yer yokmuş, dersi vermedi. Anlayacağınız geleceğiniz Fransız çakması bir aksanla konuşan bir sekretere bağlı. "Yer boşalırsa girebilir miyim?" dedim "Boşalsa bile bizim öğrencilerimiz de istiyor." dedi. İyi de bu öğrenciler benden önce 10 tane rounda girmediler mi ders seçimi için? Neydi lan benim suçum? Mecburen derslerin ilk günü Çinli abinin katlettiği Network dersini almak için form doldurdum "Bunun da önşartı var kontrol etmem lazım." dedi. Önşart da CS101. CS101'i vermemiş olsam buraya nası geleyim? Olaya gel.

Ders seçimi de böylece tamamlanmış oldu. Dersler, Introduction to Operating Systems (2. sınıf, daha gitmek nasip olmadı), Introduction to Computer Networks (2.sınıf, gitmem buna, Çinli İngilizce'ye tecavüz ediyor), Game Development (3.sınıf seçmeli, proje dersi, gidilir buna),  Design and Analysis of Algorithms (3.sınıf, bunu da internete koyuyorlar ne gitçem.) ve Epistemology (felsefe dersi, bu haftakini kaçırdım, nası bir şey bilmiyorum.) Gerçi dersler önemli değil, daha çok "Tutorial"lar problem çözme / uygulama odaklı seanslar, onlar önemli gözüküyor. Perşembe'yi boşalttım ve cuma günü de sadece gitmemelik dersler var, gezerim artık.

O bana verilmeyen dersi bayağı bi exchange öğrencisi alamadı malesef.

Bilkent'in STARS'ına şükredin.

Keşke bu kadar beklemeyip önceden giden arkadaşlarımın yaptıkları gibi derhal sekretere gidip dersleri ekletseymişim diyorum şimdi.

Düzenleme: Ders seçiminin bitiminden bir gün önce dersi bir kişinin drop ettiğini görüp mail attım "Bir kişi çıkmış, bu ders benim için çok önemli lütfen beni kaydedin Bilkent'te yok bu ders." diye. Bana hocanın kaydımı onayladığını söylediler ve iş tatlıya bağlandı. Şimdi 5 bilgisayar dersi almış oldum.

*

Gece arkadaşlarla mahjong oynadık. Mahjong bildiğimiz okey. En önemli, ve belki de tek farkı, eğer oyunculardan biri sizin 3 tane çift elde etmenize yarayacak bir taş atarsa "Pang" diye bağırıp taşı alabiliyorsunuz (tabii eldekileri de ifşa etmelisiniz). Bu olunca aradaki oyuncuların turu yanıyor. Bizim kahvelerde olsa herkes 1 saniyede hamlesini yapar, sonra biri gelir "Ne çabuk oynuyon hemşehrim Panglayacaktım seni." der, kavga çıkar.




Özet: 
- Latin alfabesinin gözünü seveyim.
- Bilkent STARS'ın gözünü seveyim.
- Okeyin gözünü seveyim.
- 1939 yapımı The Wizard of Oz filmini hala hatırlıyorum evet. €ntel qızlar eqlesin.